31 Ağustos 2013 Cumartesi
İkişer, Üçer, Dörder Kanatlı Melekler
Melekler Allah’ın emrinden çıkmayan varlıklardır. Ayetlerde meleklerin yaratılışı şu şekilde bildirilir:
Ayette geçen ifadeden de anlaşıldığı üzere, melekler görünüm itibariyle insanlardan çok farklıdırlar. Nitekim Allah yukarıdaki ayette “O yaratmada dilediğini artırır” ifadesiyle de farklı yaratış şekilleri olduğunu haber vermiştir.
Meleklerin Allah’ın emrinde ve Allah’a karşı itaatli varlıklar oldukları ise şöyle bildirilir:
Meleklerle ilgili bilinmesi gereken bir diğer önemli gerçek ise insandan önce meleklerin yaratılmış olmasıdır. Nitekim Allah ilk insan olan Hz. Adem’i yaratacağı zaman bunu meleklere bildirmiş ve onlara Hz. Adem’e secde etmelerini emretmiştir.
Aynı zamanda Allah Hz. Adem’e meleklerden farklı bir ilim vermiş ve ona eşyanın isimlerini öğretmiştir. Melekler ise bu ilmi bilmemektedirler. Bütün bu gerçekler Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Evrim Bilim.com melek, melekler, melekler nasıl yaratıldı, meleklerin itaati, meleklerin secdesi, meleklerin yaratılış sırrı, meleklerin yaratılışı
Ateşten Yaratılan Cinler
Melekler gibi cinler de insanlardan farklı bir yaratılışa sahiptirler. Allah insanın balçıktan, cinlerin ise ateşten yaratıldığını aşağıdaki ayetlerde şöyle haber verir:
Allah Kuran’da insanların ve cinlerin yaratılış amaçlarını da bildirmektedir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Açıkça görüldüğü gibi, insanlar ve cinler farklı varlıklardır. Yaratılış amaçları ise aynıdır; yalnızca Allah’a ibadet etmek. Allah gerek meleklerin gerekse cinlerin insanlardan farklı yaratılış özelliklerine sahip olduklarını Kuran’ın pek çok ayetinde bildirilmiştir. Örneğin ayetlerde cinlerin eşya nakledebilme özellikleri haber verilmektedir:
Kuran’da haber verilen bir diğer husus ise aynı meleklerde olduğu gibi cinlerin de insandan önce yaratılmış olmalarıdır. Çünkü Allah Hz. Adem’i yarattığı zaman meleklere ve İblis’e ona secde etmelerini emretmiştir. Ardından da İblis’in cinlerden olduğunu şöyle açıklanır:
Allah için yaratmak çok kolaydır, hiçbir sebebe gerek duymaksızın yoktan var edendir. Cinleri ve melekleri nasıl farklı şekillerde ve yoktan var ettiyse, insanı da evrime gerek olmadan, ayrı bir varlık olarak yoktan var etmiştir. Aynı durum hayvanlar ve bitkiler gibi diğer canlılar için de geçerlidir. Allah bu canlıların hiçbirini evrimleştirmeden, yani türleri başka türlere dönüştürmeden bir anda yoktan var etmiştir. Her biri Allah’ın kudreti ve hakimiyetiyle meydana getirdiği kusursuz sistemlerin bir sonucudur.
Evrim Bilim.com cinler, cinler evrimle mi oldu, cinler hakkında bilgi, cinler neyden yaratıldı, cinlerin yaratılışı
Hazreti İsa'nın Çamurdan Yaptığı Kuşun Canlanması
İsa Peygamber, ayette bildirildiği gibi “… O, dünyada ve ahirette ‘seçkin, onurlu, saygındır’ ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.” (Al-i İmran Suresi, 45) Allah Hz. İsa’ya dünya hayatında çeşitli mucizeler lütfetmiştir. Babasız olarak dünyaya gelmiş, beşikteyken konuşmuş ve hastaları mucizevi şekilde iyileştirmiştir.
Ayrıca Hz. İsa çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp, onun içine üfürdüğünde kuş Allah’ın dilemesiyle hayat bulmuş, canlanmıştır. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Bu kuş, hiçbir sebebe bağlı olmadan, Allah’ın dilemesi ve mucizesiyle, can bulmaktadır. Cansız bir maddeden can sahibi olan kuş, Yüce Allah’ın örneksiz, sebepsiz, üstün yaratışının örneklerinden biridir. Hz. İsa da, Allah’ın lütfettiği bu mucizeyle, evrimci düşüncenin mantıksızlığını ve geçersizliğini gözler önüne sermektedir. Bu, Allah’ın bir mucizesi ve evrime inanan bazı Müslümanların göz ardı ettikleri önemli bir gerçektir.
Buna çok benzer bir başka örnek ise Hz. İbrahim’le ilgili bir olayın haber verildiği bir ayette geçmektedir. Aşağıdaki ayette de Allah’ın cansız varlıklara mucizevi şekilde can verdiği bildirilmektedir. Allah yaratmak için hiçbir sebebe ihtiyaç duymayandır:
Evrim Bilim.com hazreti isa, hazreti isa ve kuş, hazreti isanın üflemesi, hz isa, isa, yoktan yaratılış ve hazreti isa
Hazreti Musa'nın Asasının Yılan Olması
Allah Hz. Musa’ya da Hz. İsa gibi mucizeler vermiştir. Bilindiği gibi Hz. Musa, Allah’ın izniyle denizi yarıp kavmini Firavun’un ordusundan kurtarmıştır. Ayrıca yine Hz. Musa’nın asası da Allah’ın izniyle bir yılan haline gelmiştir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
Hz. Musa’nın asası örneği de Hz. İsa’nın çamuru kuş yapması örneğinde olduğu gibi, Allah’ın sebepsiz bir şekilde canlı oluşturabildiğinin en büyük kanıtlarından biridir. Hz. Musa elindeki asasını yere attığı anda, Allah’ın lütfuyla, cansız bir odun parçası, hızla hareket eden, diğer şahısların ortaya koyduklarını yutan, yani sindirim sistemi de olan tamamen canlı bir varlığa dönüşmektedir. Böylece Allah insanlara canlılığın nasıl yoktan var edildiğinin bir örneğini göstermektedir. Cansız bir madde, sadece Allah’ın dilemesiyle, yani “Ol” emriyle can bulmaktadır. Allah’ın Hz. Musa’ya lütfettiği bu mucize, eski Mısırlıların batıl evrim inanışlarını bir hamlede yerle bir etmiş, Hz. Musa’ya karşı olan insanlar dahi hemen o an gerçeği kavrayıp, batıl inanışlarını bırakıp, Allah’a iman etmişlerdir.
Allah için yaratmak çok kolaydır, O, hiçbir sebebe gerek duymaksızın yoktan var edendir. Cinleri ve melekleri nasıl farklı şekillerde ve yoktan var ettiyse, insanı da evrime gerek olmadan, ayrı bir varlık olarak yoktan var etmiştir. Aynı durum hayvanlar ve bitkiler gibi diğer canlılar için de geçerlidir. Allah bu canlıların hiçbirini evrimleştirmeden, yani türleri başka türlere dönüştürmeden bir anda yoktan var etmiştir.
Bunun için ayetlerde bildirildiği üzere, sadece “Ol” emrini vermesi, yani dilemesi yeterlidir:
Bu durumda inançlı kimselerin bu açık gerçeğe karşı zorlama izahlar getirmeleri, “Allah canlıları evrimle yaratmıştır”, “yaratırken mutasyonları, doğal seleksiyonları, maymundan insana geçiş aşamalarını kullanmıştır” şeklinde tutarsız iddialarda bulunmaları büyük bir yanılgıdır.
Evrim Bilim.com asanın yılana dönüşmesi, bir anda yaratılış, hazreti musa ve asası, hazreti musanın asası, musa ve firavun, musanın asası
Hz. Zekeriya'nın Kısır Eşinden Çocuğunun Olması
Kuran’da örnek verilen mucizevi yaratılış şekillerinden biri de Hz. Zekeriya’nın eşi kısır iken bir çocuk ile müjdelenmesidir. Ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:
Evrim Bilim.com hazreti zekeriya, hazreti zekeriyanın oğlu, zekeriya
Cennet ve Cehennem de Evrimle Yaratılış Yoktur
Yüce Allah, insanları ölümlerinden sonra, ahiret hayatlarına uygun olarak yeniden ve farklı bir biçimde yaratacağını bildirmiştir. İnsanlar dünyada evrim olmadan yaratıldıkları gibi, ahiret hayatları için de herhangi bir evrim süreci yaşanmadan, Allah’ın “Ol” emriyle, bir anda diriltileceklerdir. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz, insanlar gibi, cennet ve cehennemdeki tüm varlıkları da evrim ile yaratmamıştır. Ayetlerde bildirilen cehennem bekçileri, zebaniler ve cennetteki huriler de Yüce Rabbimiz’in hiçbir sebep olmaksızın yoktan var ettiği varlıklardır. Kuran’da yer alan, insanın ölümden sonra yeniden yaratılışı ve ahiretteki varlıklarla ilgili ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Evrim Bilim.com cehennem de evrim varmı ahirette evrim var mı, cennet cehennem, cennet ve cehennem, cennette evrim var mı
Kalu Bela Gerçeği ve Yaratılış
Kuran’da bildirilen ve İslam alimlerinin “Kalu Bela” olarak tanımladıkları olay da evrimsel yaratılış savunucularının yanılgılarını ortaya koymaktadır: Yüce Rabbimiz, şu şekilde buyurmaktadır:
Görüldüğü gibi, insanın yaratılışı konulu tüm ayetlerde olduğu gibi, bu ayette de evrimle olan bir yaratılıştan bahsedilmemektedir.
Evrim Bilim.com kalu bela, kalu bela gerçeği, kalu bela nedir
Kuran'da Diriliş Örnekleri
Yaratma da diriltme de tamamen Allah’ın elindedir ve Allah’ın, aynı yaratmada olduğu gibi diriltmede de bir sebebe ihtiyacı yoktur. Bunun Kuran’da pek çok örneği vardır.
Kuran’da bildirildiği gibi, insan ölüp toprağa karıştıktan sonra ahiret gününde yeni bir yaratılışla diriltilecektir. Ayetlerde şu şekilde bildirilir:
Ayetlerde de görüldüğü gibi, inkar edenler, insanların ölüp, toprak olduktan sonra yeniden yaratılacaklarına inanmamaktadırlar. Bu örnek evrim teorisinin içinde bulunduğu durumu da özetlemektedir. Çünkü kıyamet gününde insanların bedenlerini yoktan var edecek olan Rabbimiz, ilk insan olan Hz. Adem’i de yoktan var etmiştir. Bu ayetler Kuran’a inanan, ancak evrim düşüncesini savunmada ısrarlı davranan kişiler için de çok büyük önem taşımaktadır.
Allah, “Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)’ Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız…” (Enam Suresi, 94) ayeti ile de insanın ahiret gününde yeniden yaratılışına işaret etmektedir. Ayette insanların ahiretteki yaratılışlarının “ilk yaratılışları” gibi olduğu açıklanmaktadır. Ölüp toprak haline gelen insan, ahirette yeniden bir yaratmayla yoktan yaratılacaktır ve insan halinde olacaktır. Dolayısıyla insanın ilk yaratılışı da buna benzemektedir ve aşama aşama değil, bir anda, mucizevi şekilde gerçekleşmiştir.
Kuran’da yeniden diriliş ile ilgili daha pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Hz. Musa’nın kavmine Allah böyle bir olay yaşatmıştır. Allah bu kavmi öldürüp, sonra da diriltmiştir. Bu olay Kuran’da şöyle anlatılır:
Kuran’daki kıssalardan birinde ise bir başka ölüp-dirilme örneği bildirilmektedir. Hz. Musa’ın kavminin başından geçtiği bildirilen bu kıssada, Allah söz konusu kişilere öldürdükleri cesede daha önceden kestikleri ineğin bir parçasıyla vurmalarını emretmiştir. Allah, bunu ayette de belirtildiği gibi, bu insanlara ölüleri dirilttiğini göstermek ve onların imanlarını sağlamlaştırmak için yapmıştır. Bu apaçık bir mucizedir. Ancak ayetin devamında da görüleceği gibi, bu mucizenin ardından bu kişilerin kalpleri yine katılaşmıştır. Bu olay Bakara Suresi’nde şöyle anlatılır:
Bu konuda Kuran’da verilen bir diğer örnek ise öldükten sonra dirilmeye inanmayan bir kişinin durumudur. Ayetlerde bildirildiği üzere Allah bu kişiyi yüz yıl ölü bırakmış ve sonra da diriltmiştir. Ancak aradan yüz yıl geçmesine rağmen bu kişi kendisinin bir gün ya da bir günden az kaldığını düşünmüştür. Gerçeğin kendisine haber verilmesi karşısında bu kişi iman etmiştir. Kuran’da bu olay şöyle bildirilir:
Bu konuda Kuran’da verilen örneklerden biri de Kehf Ehli’dir. Bu kıssayı diğerlerinden ayıran fark, Kehf Ehli’nin öldürülmemesi, sadece bir insanın normal ömründen çok daha uzun süren bir uykuya dalmalarıdır.
İnançlı gençlerden oluşan Kehf Ehli (mağara sahipleri), içinde yaşadıkları kavim Allah’a şirk koşarak, Allah’tan başka ilahlar edindiği için kavimlerinden uzaklaşıp, bir mağaraya sığınmışlardır. Ancak Allah Kehf Ehli’ne üç yüzyıldan fazla süren bir uyku vermiş ve böylece onları mucizevi bir şekilde mağarada uyutmuştur. Bu olay Kuran’da şöyle bildirilir:
Ancak bir zaman sonra Allah Kehf Ehli’ni uykularından uyandırmıştır. Bu olay da ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Fakat onlar bu kadar uzun bir süre uyuduklarının farkında değildirler. Hatta bir gün ya da bir günün birkaç saatlik kısmı kadar kaldıklarını düşünmektedirler. Oysa üç yüz yılı aşkın bir süre uyumuşlardır. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Evrim Bilim.com diriliş, diriliş nasıl olacak, diriliş nedir, dirilme videoları, Kuran'da yeniden dirilme, yeniden dirilme
Balarısının Davranışları
Allah Kuran’da balarısına vahyettiğini ve ona ne yapması gerektiğini bildirdiğini söylemektedir. Bu gerçek Nahl Suresi’nde şöyle yer almaktadır:
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Bilindiği gibi balarıları çiçek özlerini toplayıp, vücutlarında ürettikleri bazı salgılarla birleştirip bal üretirler. Balı saklamak ve yavrularını büyütmek için de son derece düzgün, aynı açılara sahip, diğerleri ile birebir aynı altıgen balmumu hücreler yapar ve bununla petekler inşa ederler. Ayrıca kovandan besin kaynağı aramak için ayrılan ve her seferinde kovana başarıyla geri dönen arılar yönlerini de Allah’ın vücutlarında yarattığı özel sistemler ile bulmaktadırlar. Allah’ın ayette “Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver” hükmüyle haber verdiği arıların bu özelliğinde düşünen insanlar için elbette hikmetler vardır.
Bir böceğin altıgen açılarından haberdar olması, balmumunun formülünü keşfederek, bunu vücudunda üretmesini sağlayacak sistemler tasarlaması, daha sonra bu gibi bilgileri DNA’sına kendi kendine yerleştirmesi ve bu sayede diğer türdeşlerinde de aynı özelliklerin olmasını sağlaması elbette imkansızdır.
Çok açıktır ki, bütün bunları arılara üstün güç ve akıl sahibi olan Allah öğretmekte, yani ayette haber verildiği gibi vahyetmektedir. Herşeyden haberdar olan Allah balarısına neler yapması gerektiğini bildirmekte, balarısı da tam vahiyde kendisine bildirildiği gibi hareket etmektedir. Balarısının şuurlu davranışları çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlamaktadır.
Hayvanlardaki bu gibi özelliklerin incelenmesi, canlılardaki yüksek şuuru ve kusursuz yaratılışı bize tanıtır. Bu gibi bilgiler sayesinde Yüce Rabbimiz’in gücünün benzersizliğini bir kere daha anlarız. Allah dilediği canlıyı dilediği özelliklerde yaratmaya güç yetirendir. Allah sınırsız güç sahibi olandır, herşeyin Malikidir. Evrimciler ise canlılardaki bu gibi olağanüstü özelliklerin sözde tesadüflerle meydana geldiğine inanırlar. Bu mantıksız iddiaya göre, tesadüfler arılara açı hesaplaması yapmayı öğretmiş, bu özellik diğer arılara da yine tesadüfler yoluyla aktarılmıştır. Tesadüfler arıların vücutlarında bal üretecek ya da balmumu yapacak sistemleri var etmiştir. Bu gibi hayal ürünü senaryoların hem akılcılıktan hem de bilimsellikten uzak olduğunu anlamak için bir an düşünmek yeterlidir.
Balarılarını yaratan ve şuur veren Allah’tır. İşte bu gibi yaratılış mucizeleri evrimcileri çok büyük çıkmaza sokmaktadır.
Evrim Bilim.com Allah'ın yoktan yaratması, bal arıları, bal arısı, bal arısının davranışları, balarısının evrimi, Kuran'da bal arısı
Hz. Süleyman'ın Karıncanın Dilinden Anlaması
Evrimcilerin yanılgısına göre canlılar kör tesadüflerin, rastgele oluşumların eseridirler. Ancak bu hayali evrimci iddiayı kanıtlayan tek bir delil yoktur. Buna rağmen evrimcilerin iddialarını geçersiz kılan çok sayıda kanıt mevcuttur.
Buna örnek olarak, Kuran’da bildirilen Hz. Süleyman ile bir dişi karınca arasında geçen olayı verebiliriz. Ayetlerde haber verildiğine göre Hz. Süleyman Peygamber dişi karıncanın kendisi hakkında söylediklerini duymakta ve anlamaktadır. Kuran’da bu olay şöyle bildirilir:
Görüldüğü gibi, ayette bir karıncanın diğer karıncalara hitap ettiği haber verilmektedir. Şuursuz tesadüflerle ortaya çıktığı iddia edilen bir hayvanın kendi toplumuna hitap etmesini sağlayacak özel bir haberleşme sistemine sahip olması, üstelik onları akla ve mantığa davet etmek gibi bilinçli davranışlarda bulunması elbette söz konusu olamaz. Ancak Allah’ın yaratmasıyla varlık bulan bir canlı, Allah dilediği takdirde yine O’nun dilediği kadar şuurla hareket edebilir ve böyle bir varlıkla iletişim kurmak da -Allah’ın izniyle- mümkün olabilir.
Evrim teorisinin gerçek dışı iddiasına göre büyük bir şuursuzluk içinde olmaları gereken canlılar, bu iki örnekte de görüldüğü gibi, gerçekte büyük bir akıl sergilemektedirler. Bu durumdaki olağanüstülüğü Darwinistlerin anlamasını -samimi olarak düşünen ve vicdanlı hareket edenleri tenzih ederiz- bekleyemeyiz belki. Fakat Allah’ın varlığına ve gücüne iman ettiğini söyleyen bir kişinin ayetlerdeki bu bilgiler üzerinde mutlaka düşünmesi gerekmektedir. Çünkü bu yaratılış gerçekleri evrimcilerin tesadüf iddialarını açıkça geçersiz kılmaktadır. Bu durum ise evrimin savunulacak hiçbir yanının olmadığını bir kez daha göstermektedir.
Evrim Bilim.com hazreti süleyman, karınca, karıncanın dili, süleyman, süleymanın karınca ile konuşması
30 Ağustos 2013 Cuma
İnsanın Çamurdan Yaratılışı
Allah Kuran’da insanın yaratılışının da mucizevi bir biçimde olduğunu haber verir. İlk insan, Allah’ın çamuru şekillendirip insan bedeni haline getirmesi ve ardından bu bedene ruh üflemesiyle yaratılmıştır:
Dikkat edilirse ayetlerde insanın -bazı Müslümanların iddia ettiği gibi- “maymundan” veya bir başka canlı türünden değil, cansız bir madde olan çamurdan yaratıldığı özellikle belirtilmektedir. Allah cansız çamuru mucizevi bir biçimde insana dönüştürmüş ve bu bedene ruh üflemiştir. Bunda hiçbir “doğal evrim süreci” yoktur, Allah’ın doğrudan mucizevi yaratışı vardır. Nitekim Allah’ın aşağıdaki ayette bildirdiği “iki elimle yarattığım” şeklindeki müteşabih ifade de, insanın doğrudan Allah’ın kudretiyle yaratıldığını gösterir:
Kısacası Kuran’da insanın ve canlıların yaratılışı hakkında hiçbir “evrim” açıklaması yer almamakta, aksine tüm canlıların ve insanın Yüce Allah’ın mucizesi olarak su ve toprak gibi cansız maddelerden yaratıldığı bildirilmektedir. Buna karşın İslam tarihinde, eski Yunan felsefesinden etkilenerek, bu felsefedeki materyalist ve evrimci öğeleri benimseyen ve sonra da bunu kendi akıllarınca Kuran’a uygun hale getirmeye çalışanlar olmuştur.
Büyük İslam alimi, büyük müceddid İmam Gazali, kendi devrinde ortaya çıkan bu akımlara “Felsefenin Sefaleti”nde ve diğer eserlerinde cevap vermiştir. Ancak evrim teorisinin 19. ve 20. yüzyılda dünyada yayılmasıyla birlikte, İslam dünyasında da yeniden “evrimci yaratılış” yanılgıları ortaya çıkmıştır.
Evrim Bilim.com adam and eve, adem ile havva, çamurdan yaratılış, insan nasıl yaratıldı, insanın çamurdan yaratılışı, insanın yaratılışı, kuran ve evrim
Zinjanthropus Nedir?
Evrimciler, evrimi bir dogma olarak savunmada o denli ileri gitmektedirler ki, teorilerine sözde delil gösterebilmek için aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler.
Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bu tutumlarının ünlü bir örneğidir
Evrim Bilim.com Zinjanthropus, Zinjanthropus hakkında bilgi, Zinjanthropus nedir
Varyasyon Nedir?
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve “çeşitlenme” demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra “gen havuzu” denir. Darwin ise, teorisini ortaya attığında varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu ve Türlerin Kökeni adlı kitabında da çeşitli varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili olarak göstermişti. kaynak
Örneğin Darwin’e göre; daha bol süt veren inek cinsleri yetiştirmek için farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricileri, sonunda inekleri başka bir canlı türüne dönüştüreceklerdi. Darwin’in bu “sınırsız değişim” fikri, yaşadığı yüzyılın ilkel bilim anlayışından kaynaklanmaktaydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda “genetik değişmezlik” (genetik homoestatis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü değiştirmek için yapılan tüm eşleştirme (farklı varyasyon oluşturma) çabalarının sonuçsuz kaldığını, canlı türleri arasında aşılmaz duvarlar olduğunu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricilerinin sonunda inekleri Darwin’in iddia ettiği gibi başka bir türe dönüştürmeleri, kesinlikle mümkün değildi.
Darwin Retried: An Appeal to Reason (Darwin Yeniden Sorgulandı: Akla Başvuru) adlı kitabıyla Darwinizm’in geçersizliğini ortaya koyan Norman Macbeth bu konuda şunları yazar:
Evrim Bilim.com evrim, varyasyon, varyasyon evrim mi, varyasyon ve evrim
Virüslerin Kökeni
Bazı evrimciler, biyolojik canlılığın başlangıcının virüsler olduğunu öne sürerler:
Evrimciler bir yandan canlılığın kökenini açıklamak üzere virüsleri öne sürerken, bir yandan da virüslerin canlılığın temeli olamayacaklarını ifade ederler. Bazı evrimci kaynaklarda bu durumun imkansızlığından şöyle söz edilir:
Virus, yabancı bir organizmanın hücrelerinde asalak olarak ürer. Ev sahibi hücre dışında kendi metabolizmaları yoktur.
Virüslerin metabolizma ve uyarılma yetenekleri olmadığından canlılığa özgü ‘bağımsızlık’ özelliğine sahip değillerdir, yani ‘canlı’ değillerdir.
Virüs asıldığı hücrenin dışında özgür bir tanecik iken virion adını alır. Virion canlı değildir. Canlılarda kilit süreçler vardır. Bunların sadece ikisi virüslerde vardır: Replikasyon ve mutasyon. Virüsler bunları, hücre dışında özgür durumda iken yani virion olarak değil asalak durumda iken yapabilirler. Virüslerin replikasyon ve mutasyonu gerçekleştirmek için kendileri gibi organizmamsılara değil tam organizmalara ihtiyaçları vardır. kaynak
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, virüsler canlılığın başlangıcı değildir. Evrimci biyologlar dahi, virüslerin kökeni olarak canlı organizmaları göstermektedirler.
Evrim Bilim.com biyolojide virüsler, virüsler, virüsler hakkında bilgi, virüslerin kökeni
Alfred Russel Wallace Kimdir?
İngiliz doğa bilimci Alfred Russel Wallace (1823-1913), doğal seleksiyon yoluyla türlerin ortaya çıkışı konusunda Charles Darwin’den bağımsız olarak geliştirdiği kuramla tanınır. 1855′de yazdığı “On the Law Which Has Regulated the Introduction of New Species” (Yeni Türlerin Ortaya Çıkışını Düzenleyen Yasa Üzerine) adlı makalesinde her türün yakından ilişkili olduğu önceki türlerin uzantısı olduğunu savundu.
Hemen hemen aynı dönemde benzer bir yaklaşım geliştiren Wallace, Darwin’le bazı noktalarda farklı görüşler ortaya koydu. Wallace ruhun varlığına inanan bir kişi olarak Allah’ın evrimle yarattığına inanıyordu ve insanın zihinsel faaliyetlerinin doğal seleksiyon ve benzeri mekanizmalarla açıklanamayacağını öne sürüyordu. İnsanın vücut yapısının doğal seçme sonucu oluştuğunu öne sürmekle birlikte, zihinsel gücün gelişmesinde Darwin’den farklı olarak doğal seçmenin dışında biyolojik olmayan etkenlerin rol oynadığını savundu.
Evrim Bilim.com alfred russel wallace kimdir, alfred wallace, wallace
James Watson Kimdir?
Ünlü Amerikalı biyolog James Watson, moleküler biyoloji alanındaki çalışmaları ile tanındı. 1955 yılında Francis Crick ile birlikte yaptıkları çalışmalar neticesinde, DNA’nın olağanüstü kompleks yapısını gün ışığına çıkardılar.
Watson ve Crick’in nükleik asitleri, yani DNA ve RNA’yı keşfi, teori için yepyeni problemler doğurdu. DNA’nın yapısını keşfettiklerinde, canlılığın önceden sanılandan çok daha kompleks olduğunu da ortaya çıkarmış oldular.
Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama çabasındaki evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlığına bile tutarlı bir açıklama getirememişken, genetik bilimindeki bu ilerlemeler, evrimciler açısından daha da ciddi bir çıkmaz oluşturmuştur.
Evrim Bilim.com james watson, james watson kimdir
Uçan Sürüngenler
Sürüngenler sınıfı içinde yer alan ilginç bir canlı grubu, uçan sürüngenlerdir. Bunlar, yaklaşık 200 milyon yıl önce Üst Triasik devirde ilk kez ortaya çıkmış ve daha sonra ise soyları tükenmiş bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları soğukkanlıdır (ısı üretemezler) ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düşünülmektedir.
Uçan sürüngenler bazı popüler evrimci yayınlarda Darwinizm’i destekleyen bir paleontolojik bulgu olarak gösterilir ya da en azından böyle bir imaj oluşturulur. Oysa aksine, uçan sürüngenlerin kökeni evrim teorisi adına ciddi bir sorundur. Bunun en açık göstergesi de, uçan sürüngenlerin kara sürüngenleriyle aralarında hiçbir geçiş türü olmadan, bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmalarıdır. Uçan sürüngenlerin, üstün bir yaratılışa sahip kanatları vardır ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. “Yarım kanatlı” herhangi bir canlıya ise fosil kayıtlarında rastlanmamaktadır.
Nitekim “yarım kanatlı” canlıların yaşamış olması da mümkün değildir. Çünkü bu tür hayali canlılar, eğer yaşamış olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri ama henüz uçacak durumda da olmadıkları için diğer sürüngenlere göre dezavantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda, evrimin kendi kabulüne göre elenip soylarının tükenmesi gerekirdi.
Uçan sürüngenlerin kanatlarının yapısı incelendiğinde, bunun asla evrimle açıklanamayacak kadar kusursuz bir yapıyla yaratıldığı görülür. Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde diğer sürüngenlerin ön ayakları gibi beş tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak, diğer parmaklardan ortalama 20 kat daha uzundur ve kanat da bu parmağın altında uzanır. Eğer kara sürüngenleri uçan sürüngenlere evrimleşmişlerse, o halde söz konusu dördüncü parmak da yavaş yavaş, kademe kademe uzamış olmalıdır. Sadece dördüncü parmak değil, tüm kanat yapısı rastlantısal mutasyonlarla gelişmeli ve tüm bu süreç de canlıya avantaj kazandırmalıdır. Evrim teorisinin paleontolojik düzeydeki önde gelen eleştirmenlerinden biri olan Prof. Duane T. Gish, bu noktada şu yorumu yapar:
Omurgalı paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Robert Carroll, bir evrimci olmasına karşın bu konuda şu itirafta bulunur:
Uçan sürüngenlerin evrime delil oluşturan hiçbir yönü yoktur. Ancak sürüngen terimi çoğu insan için sadece karada yaşayan canlıları ifade ettiği için, popüler evrimci yayınlar, “uçan sürüngen” kavramıyla “sürüngenlerin kanatlanıp uçması” imajı vermeye uğraşırlar. Oysa kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralarında hiçbir evrimsel ilişki olmadan ortaya çıkmışlardır.
Evrim Bilim.com soyu tükenmiş canlılar, sürüngenler, uçan canlılar, uçan sürüngen canlılar, uçan sürüngenler
Harold Urey Kimdir?
Harold Urey, Amerikalı araştırmacı Stanley Miller’ın Chicago Üniversitesi’ndeki hocasıdır. Miller’ın 1953 yılında hayatın kökeni konusunda yaptığı çalışmaya olan katkısından dolayı Miller’ın deneyi “Urey-Miller Deneyi” olarak da bilinir. Bu deney evrim sürecinin ilk aşaması olarak öne sürülen “moleküler evrim” tezini sözde ispatlamak için kullanılan yegane “delil”dir. Fakat bu deney canlılığın kökeni konusunda evrimcilerin iddialarını destekleyecek hiçbir bulgu sunamamıştır.
Evrim Bilim.com harold urey, harold urey kimdir, harold urey ve evrim, miller deneyi, stanley miller, urey-miller deneyi
Tabiat Ana (Doğa Ana) Kavramı
Darwin’i etkisi altına alan ve onu karşılaştığı canlılara yaratılmışlık temelinden farklı bir açıklamaya zorlayan düşünce akımı, 19. yüzyılın din-dışı atmosferinin en önemli ürünlerinden biri olan natüralizmdi. Natüralizm, doğadan ve duygularla algılanan dünyadan başka bir gerçeklik tanımayan düşünce akımıydı. Bu sapkın görüşe göre doğa, kendi kendisinin yaratıcısı ve hakimiydi. “Tabiat ana” gibi kavramlar ya da “doğa insana şu yeteneği vermiş, doğa bu canlıyı böyle yaratmış” gibi klişeleşmiş sözler, natüralizm akımının toplum zihnine yerleştirdiği önkabullerin birer sonucudurlar.
Evrimciler tüm canlılara sahip oldukları özellikleri verenin “tabiat ana” olduğunu söylerler. “Tabiat ana” ise bildiğimiz taş, toprak, su, ağaç, bitki, vs.den oluşur.Tabiatın bu parçalarının canlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemler yaptırması ya da canlıları programlamak için gerekli akla ve yeteneğe sahip olmasıysa mümkün değildir. Çünkü doğada gördüğümüz herşey yaratılmıştır ve dolayısıyla bunlar yaratıcı olamaz. Canlılar sahip oldukları üstün özellikleri kendi akılları ile bulup yapmadıklarına ve bu özellikleri ile doğduklarına göre, bu özellikleri onlara veren, onları bu tavırları gösterecek şekilde yaratan üstün akıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı vardır. Yüce Allah üstün güç sahibi Yaratıcımız’dır.
Evrim Bilim.com doğa ana, doğanın acımasızlığı, doğanın merhameti, tabiat ana, tabiat ana nedir
Taksonomi Nedir?
Canlılar biyologlar tarafından belirli sınıflandırmalara ayrılırlar. “Taksonomi” ya da “sistematik” olarak da bilinen bu sınıflandırma, 18. yüzyıl bilim adamı Carolus Linnaeus’a kadar uzanır. Linnaeus’un kurduğu sınıflandırma sistemi günümüze kadar geliştirilerek devam etmiştir.
Bu sınıflama içinde hiyerarşik kategoriler vardır. Canlılar ilk önce “alem”lere ayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi gibi. Sonra bu alemler kendi içinde filumlara (şubelere) bölünür. Filumlar da daha alt gruplara ayrılır. Sınıflama yukarıdan aşağı şu şekildedir:
Alem (Kingdom)
Filum (Phylum, çoğulu Phyla)
Sınıf (Class)
Takım (Order)
Aile (Family)
Cins (Genus, çoğulu Genera)
Species (Tür)
Bugün biyologların çoğunluğu, beş ayrı alem olduğunu kabul eder. Bitkiler ve hayvanların yanında, mantarlar, monera (bakteriler gibi hücre çekirdeği olmayan tek hücreliler) ve protista (algler gibi çekirdeği olan hücreler) ayrı birer alem sayılır. Bunların en önemlisi, kuşkusuz hayvanlar alemidir. Hayvanlar aleminin kendi içindeki en büyük bölünme, farklı filumlardır. Bu filumlar belirlenirken her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmuştur. Örneğin arthropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine has bir filumdur ve filuma dahil edilen tüm canlılar temelde benzer bir vücut planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir ağına sahip olan canlıları barındırır. Bizim için tanıdık olan balıklar, kuşlar, sürüngenler, memeliler gibi hayvanların tümü, Chordata’nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir.
Evrim Bilim.com canlılar arası sınıflandırma, sınıflandırma, taksonomi, taksonomi nedir, taksonomi ve evrim, taxonomy
29 Ağustos 2013 Perşembe
Taung Çocuğu Fosili
Bütün Australopithecus fosilleri Afrika kıtasının güney kısmında bulunmuştur. Bu türe “Güney Afrika maymunu” anlamına gelen Australopithecus isminin takılmasının nedeni, bu hayvanların günümüzde yaşayan maymunlarla çok benzer özelliklere sahip olmalarıdır.
Bu türe ait olduğu iddia edilen ilk fosiller 1924 yılında Güney Afrika’nın Taung bölgesindeki bir kömür madeninde bulundu. Australopithecus olarak tanımlanan ilk fosil, genç bir maymunun yüz ve alt çene kemikleri ile 410 cc hacimli kafatasından oluşmaktaydı. Fosili bulan kişiler bunu Witwater Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan Dr. Raymond Dart’a götürdüler.
Dr. Raymond Dart bu fosilin kafatasının ince yapısına dayanarak ve dişlerinin insan dişine benzediğini düşünerek bunun bir hominid fosil olduğunu öne sürdü. Kısa bir süre sonra da Nature dergisinde “Australopithecus: Güney Afrika’daki Maymun Adam” isimli bir makale yayınladı. Fosilin aslında bir şempanzeye ait olduğunu söyleyen dönemin bilim adamları Dart’ı pek ciddiye almamışlardı. Ancak bunun bir hominid olduğu fikrinde ısrar eden Dart, ünlü bir fizikçi olan Dr. Robert Broom’u da ikna ederek hayatının geri kalanını yeni bulduğu tür için destek aramaya adadı. Hatta o zamanlar bulduğu fosile bilim çevrelerinde alaycı bir şekilde “Dart Bebeği” ismi takılmıştı. Daha sonraları evrimciler bu fosile sahip çıkarak Australopithecines ismini verdikleri yeni bir tür uydurdular. İlk bulunan fosile de Australopithecus africanus ismini taktılar.
Genç bir bireye ait olduğu düşünüldüğünden “Taung Çocuğu” ismi takılan bu fosilin bulunmasından sonra başta Leakey ailesi olmak üzere diğer paleoantropologlar da araştırmalarını hızlandırdılar. 1950′li yıllarda National Geographic dergisinin finansmanıyla yapılan kazılarda Güney Afrika Kromdraii, Swartkrans ve Makapansgat’ta da Australopithecus olduğu kabul edilen başka fosiller bulundu. Bu maymun fosillerinin bir kısmı daha kaba yapılı, bir kısmı da daha narin, ufak tefek ve ince yapılıydı. Kaba yapılı olan, diğerinden çok daha cüsseli ve ağırdı, daha büyük alt çeneye ve en belirgin özellik olarak kafasının üzerinde kemiksi bir çıkıntıya sahipti. Bütün bunlar bugünkü dişi ve erkek maymunlar arasında da mevcut olan cinsiyet farklılaşmasının tipik birer örneği olmasına rağmen, bilim adamları bunları ısrarla ayrı türler olarak yorumladılar.
Dart, Australopithecus africanus ismi takılan fosili öne sürdükten sonra zamanın bilim adamlarından önemli tepkiler almıştı. Dart’ın bulduğu fosil üzerine yorum yapan zamanın belli başlı anatomistlerinden Arthur Keith şöyle diyordu:
Evrimci paleoantropologlara göre Australopithecuslar’ın insanlarla paylaştıkları ortak özellik, ağaçları terk ederek iki ayaklılığa uyum sağlamış olmalarıydı. Dart, bulduğu “Taung Çocuğu” fosilinin iki ayağı üzerinde durabildiği sonucuna ise şuradan varmıştı: Kafatasında, “magnum” adı verilen omuriliğin geçtiği kısım, Dart’a göre insandakinden geride, ancak maymununkinden ilerideydi. Bu noktadan yola çıkarak hayvanın iki ayağı üzerinde durabildiğini iddia etmekteydi. O dönemde bilim adamları tarafından kabul görmeyen bu teori, 1950′li yıllarda tekrar benimsendi. Ancak elde tam olarak iki ayaklılık tahmini yapmaya imkan verebilecek, bir iskelet parçası yoktu. Elde olan örnekler, kafatası ve oldukça dağınık haldeki birkaç uyluk, kalça ve ayak kemiğinden ibaretti. Ancak yine de evrimciler iki ayaklılık konusundaki ısrarlarını sürdürdüler.
Lord Zuckerman (Dr. Solly Zuckerman) dünya üzerinde Australopithecines ailesini belki de en ayrıntılı olarak incelemiş kişiydi. Bir evrimci olmasına karşın Zuckerman Australopithecuslar’ın maymundan başka bir şey olmadıklarını düşünüyordu. Beraberindeki dört kişilik araştırma ekibiyle zamanın en gelişmiş anatomik inceleme metotlarını kullanan Zuckerman, 1954′te başlayan ve birkaç yıl süren araştırma ve incelemelerden sonra bu yaratıkların iki ayakları üzerinde durmadıklarını ve insanla maymun arası bir forma sahip olmadıklarını açıkladı. Lord Zuckerman ve ekibinin sonuç raporu şöyleydi:
1950′lerin ortalarında Zuckerman tarafından ortaya konulan bu yargılar, sonraki araştırmacılar tarafından da doğrulandı. Bir beyin uzmanı olan Dean Falk, 1975′te yayınladığı makalesinde Taung kafatasının ait olduğu türün, yavru bir maymun olduğunu açıkladı. “Dart, Taung’un beyninin insana benzediğini söylemişti. Ancak bunun yanlış olduğu anlaşılmış bulunuyor… Taung’un hominid özellikleri abartılıdır” diyen Falk şöyle devam ediyordu:
Evrim Bilim.com tanung çocuğu fosili, taung child, taung çocuğu, taung gold, taung municipality, taung skull, taung tusk, taungaroa emile, taungya, taungya system
Tek Hücrelilikten Çok Hücreliliğe Geçiş Yalanı
Evrim senaryosuna göre tesadüf eseri ortaya çıkan tek hücreli canlılar tüm canlılığın ilkel atalarını oluşturmuşlardır. Oluşan bu tek hücreli canlı ise zaman içerisinde çoğalarak diğer çok hücreli organizmaları meydana getirmiştir. Evrimci bir kaynakta bu hayali gelişim süreci şöyle açıklanmaktadır:
Evrimcilere göre bu farklılaşma, tek hücreden çok hücreye geçişin ilk adımıydı. Gelişmenin bu aşamasında tam anlamıyla çok hücreli olmayan organizmalar, kolonilerdeki hücreler arasındaki iş bölümünün artmasıyla gerçekten çok hücreli oldular. Hücreler, bağımsız olarak yaşama yeteneklerini yitirdiler ve bir anlamda çok hücreli organizmalar oluşturdular…
Bu senaryonun devamı şöyledir: Besin bulma ve bağımsız hareket etme ihtiyacı arttıkça ya da toplu halde yaşamanın canlı kalma yönünden avantajları ortaya çıktıkça, hücreler arasındaki farklar da belirginleşti. Nedeni ne olursa olsun, hücreler farklılaşmayı ve iş bölümünü artırmayı sürdürdüler. Evrim sürecinin bu aşamasında hücreler, çok hücreli organizmaları oluşturdular… kaynak
Bu masalsı görüşün temelinde tek hücreli canlıların ilkel, basit organizmalar olarak kabul edilmesi bulunmaktadır. Ancak ne tek hücreli organizmalar evrimcilerin öne sürdükleri gibi basit canlılardır, ne de yukarıda ifade edilen kararları alacak, görevleri edinecek bir bilince sahiplerdir. Tek hücreli canlılar çok hücreli canlılara kıyasla daha basit bir yapıya sahip olabilirler ancak bu, tek hücreli organizmaların ilkelliğine hiçbir zaman delil olarak öne sürülemez. Nitekim bir bakteri tek hücreli bir canlı olmasına karşın, inceleyenleri hayrete düşürecek bir kompleksliğe sahiptir.
Darwinistlerin “basit” olarak tanımladıkları bakteriler için ünlü İngiliz Zoolog Sir James Gray şunları söylemektedir:
Bütün bunlar bakterilerin son derece detaylı özelliklere sahip olduklarını göstermektedir. Evrimci James A. Shapiro, bakterinin sahip olduğu bu özellikler nedeni ile kompleks bir canlı olduğunu ise şu şekilde itiraf etmektedir:
Evrim Bilim.com hücre ve evrim, ilkel hücre ve evrim, tek hücreliden çok hücreliye geçiş, tek hücrelilik
28 Ağustos 2013 Çarşamba
Teori Nedir?
Çok sayıda gözlem ve deneylerle desteklenebilen bir hipoteze “teori” (kuram) denir. Bir başka deyişle teori kökleşmiş bir hipotezdir. Ancak teori deneylerle ispatlanmış olmasına rağmen, bunun aksinin ispatlanması da mümkündür. Örneğin Dalton’un atom teorisi olarak bilinen “atom, maddenin bilinmeyen en küçük parçasıdır” iddiası günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. kaynak Gelişen bilim ve teknoloji atomdan çok daha küçük parçaların -örneğin kuarkların- varlığını ortaya koymuştur.
Bilimsel bir teori, doğadaki gözlemlenebilen bazı gerçekleri deneyler yoluyla açıklama girişimidir. Sık sık tek bir doğal olay aynı zamanda bir teori, bir gerçek ve bir kanuna ilişkin olarak anlatılabilir. Örneğin yerçekimi bir gerçektir. Çekim kuvvetinin kendisini göremesek de, bu gücün etkisini yere bir şey düşürdüğümüzde görürüz. Bu çekimin nasıl gerçekleştiği sorusunu anlatan bir de yerçekimi teorisi vardır. Yerçekiminin nasıl işlediğini gerçekte bilemesek de bunu açıklamaya çalışan teoriler vardır. Isaac Newton tarafından formüle edilmiş olan yerçekimi kanunu bunlardan biridir. Özetle bilimsel bir gerçek gözlemlenebilen doğal bir olaydır, bilimsel bir teori bu doğal olayın nasıl işlediğinin ve bilimsel bir kanun da bu doğal olayın matematiksel tarifidir.
Ampirik (deneysel) bilimin en önemli gerekliliği, incelemek istediğimiz bir nesnenin ya da olayın gözlemlenebilir olmasıdır. İkinci koşul ise bu nesne veya olay tekrar edilebilmelidir. Sonuç olarak gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bir olay hakkında yapacağımız herhangi bir açıklama test edilebilmelidir. Böylece bir deneyin teoriyi çürütüp çürütmediğini tespit etmemiz mümkün olur. Eğer bir kimsenin bir olay hakkında getirdiği açıklama hiç kimsenin test edemeyeceği veya çürütemeyeceği şekilde ise, bu bir teori olmayacak bir inanç olacaktır. kaynak
Evrimciler de ana evrimsel değişimlerin çok yavaş ya da insanların hayat sürelerinde gözlemleyemeyecekleri şekilde çok nadir olduğunu söylerler. Evrimci Theodosius Dobzhansky’e göre evrimsel değişimler meydana geldiğinde bile, doğa tarafından “nadir, tekrarı olmayan ve aksi yönde değiştirilemeyen” şeylerdir. Tanınmış evrimcilerden Paul Ehrlich ise evrim teorisinin hiçbir gözlemle çürütülemez olduğunu, dolayısıyla ampirik bilimin dışında kabul edilmesi gerektiğini savunur. kaynak
Diğer taraftan da evrimciler evrimin iki şekilde gerçekleştiğini öne sürerek -gözlemlenebilir mikro evrim ve gözlemlenemeyen makro evrim-, bu hayali süreci bilimsel bir gerçek olarak yansıtmaya çalışırlar. Makro evrim evrimcilere göre sürüngenlerin kuşlara, maymunların insanlara değişimi için gerekli olan sınırsız varyasyon sürecidir. Ancak kimse bunun gerçekleştiğine şahit olmamıştır. kaynak Mikro evrim ise evrimcilere göre gözlemleyebileceğimiz, çeşit üreten belirli bir türün sınırlı varyasyon sürecidir. Ancak mikro evrim olarak öne sürülen değişimler yeni bir tür, yeni bir özellik ortaya çıkarmamaktadır. Dolayısıyla iddia edildiği gibi evrimleştirici mekanizmalar değildir. Ayrıca mikro evrim kelimesi makro evrim oluşturan varyasyon çeşidinin olduğunu ima etmek amacıyla söylenir. Böylece hiçbir kanıtı olmayan gözlemlenemeyen bir olay tahmin edilmiş olur.
Bu sebeplerden ötürü evrim gözlemlenemez, tekrar edilemez ve onun için bilimsel bir gerçek ya da teori değildir. Ayrıca evrim teorisi bir kısım çevrelerin sandıkları ya da göstermeye çalıştıkları gibi “açık bir bilimsel gerçek” de değildir. kaynak Aksine, evrim teorisi ile bilimsel bulgular karşılaştırıldığında ortaya çok büyük bir çelişki çıkmaktadır. Evrim teorisi hayatın kökeni, popülasyon genetiği, karşılaştırmalı anatomi, paleontoloji ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok farklı alanda, ünlü bir biyokimyacı olan Prof. Michael Denton’ın ifadesiyle “kriz” içindedir. kaynak
Evrim Bilim.com teori, teori nasıl ortaya konur, teori nedir, teori oluşturma, teori ve evrim, teori ve hipotez
Termodinamiğin İkinci Kanunu
Termodinamiğin İkinci Kanunu, evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Aynı gerçek “Entropi Kanunu” olarak da ifade edilir. Entropi, fizikte, bir sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir.
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Ya da evinizi “kendi haline” bırakırsanız, her geçen gün daha düzensizleştiğini, dağıldığını, tozlandığını görürsünüz. Ancak bilinçli bir müdahale ile (yani evi temizleyip düzenleyerek) bu süreci geriye çevirebilirsiniz.
Termodinamiğin İkinci Kanunu ya da diğer adıyla Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmış bir kanundur. Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilimadamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu “bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak tanımlamıştır. Amerikalı bilimadamı Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View (Entropi: Yeni Bir Dünya Görüşü) adlı kitabında şöyle der:
Entropi Kanunu, evrenin her türlü doğaüstü müdahaleye kapalı bir madde yığını olduğunu iddia eden materyalizmi kesin biçimde geçersiz kılar. Çünkü evrende çok belirgin bir düzen vardır, ama evrenin kendi kanunları bu düzeni bozmaya yöneliktir. Bundan iki sonuç çıkmaktadır:
Evrende hüküm süren düzen de, bizlere evrene hakim olan üstün bir Aklın varlığını gösterir. Nobel ödüllü ünlü Alman fizikçi Max Planck, evrendeki bu düzeni şöyle açıklar:
Einstein ise, evrendeki söz konusu düzenin “beklenmedik” bir şey olduğunu ve aslında bir “mucize” sayılması gerektiğini şöyle açıklamıştır:
Evrende var olan ve büyük bir “bilgi” içeren düzen, tüm evrene hakim olan üstün bir Yaratıcı tarafından oluşturulmuştur. Daha açık bir ifadeyle, tüm evreni Allah yaratmış ve düzenlemiştir.
Evrim Bilim.com doğada bozulma, termodinamiğin ikinci kanunu, termodinamiğin kanunları, termodinamik
Theropod Dinozorlar
Evrim teorisi, kuşların küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlar adı verilen bir sürüngen türünden türediği iddiasındadır. Oysa kuşlar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karşılaştırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleşmiş olamayacağını gösterir.
Theropod dinozorlar ile kuşların fosil kayıtları ve anatomileri incelenirse, gerçekte ortada hiçbir “evrim” olmadığı görülür. Amerikalı biyolog Richard L. Deem “Demise of the ‘Birds are Dinosaurs’ Theory” (“Kuşlar Dinozordur” Teorisinin Sonu) başlıklı makalesinde şöyle yazar:
“Kuşlar dinozordur” teorisiyle ilgili başka problemler de vardır. Theropodların önayakları Archæopteryx’e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, bir tür “ön-kanat” (proto-wing) geliştirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archæopteryx’te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kuşlarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir başka sorun ise, theropodların çok büyük kısmının Archæopteryx’ten daha sonra ortaya çıkmış olmalarıdır. kaynak
Öte yandan theropod dinozorları kuşlardan ayıran bir diğer önemli fark ise, bu dinozorların kalça kemiklerinin yapısıdır. Dinozorlar, kalça kemiklerinin yapısına göre iki temel gruba ayrılırlar: Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) grupları. Ornithischian grubundaki dinozorların kalça kemikleri kuşlara gerçekten çok benzerdir ve bu nedenle bu ismi almışlardır. Ancak diğer yönlerden kuşlara hiçbir benzerlik göstermezler. Bu yüzden evrimciler, theropodların dahil oldukları Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) dinozorlarını “kuşların atası” saymak zorunda kalırlar. Oysa, tanımdan da anlaşılacağı gibi, bu dinozorların kalça kemiği yapısı kuşlara benzerlik göstermemektedir. kaynak
Evrim Bilim.com dinozorlar, dinozorların evrimi, theropod dinozorlar, theropod dinozorlar ve evrim
26 Ağustos 2013 Pazartesi
Transdüksiyon Nedir?
Transdüksiyon, virüsler aracılığıyla bazı genlerin bir bakteriden diğerine aktarılmasıdır. kaynak Virüs, çoğu zaman girdiği hücreye kendi kalıtsal materyalini bağlayarak hücrenin sentezlenme programını bozar ve virüsü oluşturacak moleküllerin sentezinin yapılmasını sağlar. Meydana gelen yeni virüsler diğer hücrelere girerek çoğalmalarına devam ederler.
Amerikalı biyolog Joshua Lederberg, 1952 yılında gerçekleştirdiği bir çalışmadan dolayı Nobel ödülü aldı. Çalışmanın özeti şuydu: Virüsler bir hücreden diğer hücreye geçerken, bulunduğu ve çoğaldığı hücrenin kalıtsal materyalinden (DNA parçalarından) bir kısmını da yanında götürebiliyordu. kaynak
G. Anderson da, 1970 yılında bu çalışmalara dayanarak dünyadaki canlı türleri arasında, kalıtsal deneyimlerin(!) virüsler aracılığıyla birbirlerine nakledebilmelerinin, evrimde etkili bir mekanizma olduğunu ileri sürmüştü. Bunun anlamı ona göre şuydu: Canlılardan birinde meydana gelecek bir kalıtsal değişiklik bu yolla başka canlılar tarafından kopya edilebilecekti. Çünkü evrimcilere göre, bir virüs tarafından saldırıya uğrayan hücre, virüsün getirdiği DNA parçasının kendi yararına olup olmadığını deneme fırsatına sahipti(!). Ve kalıtsal olarak meydana gelen bu değişiklik, her nasılsa diğer tüm canlıların emrine sunulabiliyordu. Ancak evrime delil zannedilen bu açıklamanın gerçekte hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Her şeyden önce, her canlı kendi fizyolojik yapısına uygun bir genetik yapıya sahiptir. Herhangi bir canlının genetik materyali başka türe ait bir bireye aktarıldığında onu geliştirmez veya ona avantaj sağlamaz. Tam tersine, uyumsuzluk ve problem ortaya çıkarır. Evrimin transdüksiyon ile ilgili olarak öne sürdüğü iddianın, insana kuştaki kanat geni aktarıldığında insanın da uçabileceği gibi mantıksız ve bilim dışı bir iddiadan farkı yoktur. Ya da bir köpeğe solungaç geni aktarıldığında onun artık suyun içinde de nefes alabileceğini iddia etmekle aynı gülünçlükte bir iddiadır. Evrimcilerin öne sürdükleri bu tarz kaba ve ilkel izahlar genelde uydurma teorilerinin cevap bulamadığı sorunlara göstermelik de olsa bir açıklamaları olduğu izlenimi vermeyi amaçlar. İlk bakışta konuyla fazla ilgili olmayanları yanıltabilecek bu tür izahların bilimsel ve akılcı bir yaklaşımla çok az detayına girildiğinde ne derece boş, bilimsel ve mantıksal dayanaktan yoksun oldukları görülür.
Evrim Bilim.com transdüksiyon, transdüksiyon ve bakteriler, transdüksiyon ve evrim, transdüksiyon ve virüsler
Transformasyon Nedir?
Transformasyon, bakterinin bulunduğu ortamdaki DNA parçalarını kendi DNA’sına entegre etmesi anlamına gelir. kaynak Bir bakterinin ortama verdiği DNA, diğeri tarafından bir çeşit yutma yöntemiyle alınarak kromozom zincirine eklenebilir. Bu alınma çoğunlukla fagositozla (yabancı bir hücrenin vücudun savunma hücresi tarafından içine alınarak yok edilmesi) veya benzer şekillerde olur. Bu yolla eklenen DNA, bireye yeni özellikler kazandırır. kaynak
Bakterilerdeki bu kalıtsal madde alışverişi şu şekilde olmaktadır: Yoğun bir tuz çözeltisinde bekletilen bakteriler (örneğin bağırsaklarımızda yaşayan E. coli bakterisi) rekombinant DNA içeren çözeltiyle karşılaştırılır ve 420C’de 10 dakika ısıtılıp ani bir soğuk şoku uygulanır. Böylece tuz çözeltisi DNA’yı yoğunlaştırıp hücreler üzerine çöktürülür. Sıcak-soğuk şokuyla hücre zarındaki delikler genişler ve rekombinant DNA içeri girer. Tek hücreden çoğaltılan çok sayıda hücreye klon denildiğinden, kullanılan bu teknik de çoğunlukla DNA klonlama diye bilinir. kaynak
Ancak klonlama zaten var olan bir üreme mekanizmasına, zaten var olan bir genetik bilginin eklenmesinden ibarettir. Biyolojik bir işlem olan klonlamanın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu işlemde ne yeni bir mekanizma, ne de yeni bir genetik bilgi üretilmiş değildir.
Evrim Bilim.com transformasyon, transformasyon nedir, transformasyon ve evrim
Trilobit Nedir?
Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkan farklı canlı gruplarının en ilginçlerinden biri, sonradan soyları tükenmiş olan trilobitlerdir. Arthropodlar filumuna dahil olan trilobitler, sert kabukları, boğumlu vücutları ve kompleks organları ile çok karmaşık canlılardır. Fosil kayıtları, trilobitlerin gözleri hakkında çok detaylı tespitler yapılmasını sağlamıştır. Bir trilobit gözü yüzlerce küçük petekten oluşur ve bu peteklerin her birinin içinde çift mercek yer almaktadır. Bu göz yapısı tam bir tasarım harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri’nden jeoloji profesörü David Raup; “Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir yapıya sahipti” demektedir. kaynak
Sadece trilobitlerin bu olağanüstü kompleks yapısı bile Darwinizm’i tek başına geçersiz kılmaktadır. Çünkü daha önceki jeolojik devirlerde bu canlılara benzer hiçbir kompleks canlı yaşamamıştır ve bu da göstermektedir ki trilobitler arkalarında hiçbir evrim süreci olmadan ortaya çıkmışlardır.
Kambriyen devrindeki bu olağanüstü durum, Charles Darwin Türlerin Kökeni’ni kaleme alınırken de az çok biliniyordu. O devrin fosil kayıtlarında da, Kambriyen devrinde canlılığın birdenbire ortaya çıktığı gözlemlenmiş, trilobitlerin ve diğer bazı omurgasızların aniden belirdikleri tespit edilmişti. Bu yüzden Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında bu konuya değinmek durumunda kaldı. O sıralarda Kambriyen devri, “Siluryen devri” olarak tanımlanıyordu. Darwin ise “Bilinen Eski Fosil Kayıtlarında Farklı Türlerin Aniden Ortaya Çıkışı Üzerine” başlığı altında bu konuya değinmiş ve Siluryen devri hakkında şöyle yazmıştı:
Kambriyen devrine ait kayıtlar, hem trilobitler gibi kompleks canlı vücutlarıyla, hem de çok farklı canlı vücutlarının aynı anda ortaya çıkmasıyla, Darwinizm’i yıkmaktadır. Darwin, kitabında “eğer aynı sınıfa ait çok sayıdaki tür gerçekten yaşama bir anda ve birlikte başlamışsa, bu doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisine öldürücü bir darbe olurdu” diye yazmıştır. kaynak Kambriyen devrinde ise, 60′ı aşkın farklı hayvan şubesi yaşama bir anda ve birlikte başlamıştır. Bu, tam olarak Darwin’in “öldürücü darbe” olarak tarif ettiği tabloyu ispatlamaktadır. Bu yüzden İsveçli paleontolog Stefan Bengston, Kambriyen devrinden söz ederken “Darwin’i şaşırtan ve utandıran bu olay bizi de hala şaşırtmaktadır” der. kaynak
Evrim Bilim.com trilobit, trilobit fosilleri, trilobit gözü, trilobit ve evrim, trilobit video
Turkana Çocuğu Fosili
Afrika’da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, Kenya’daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan “Narikotome homo erectus” ya da “Turkana Çocuğu” fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 m. boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanınınkinden farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, “ortalama bir patolojistin bu fosilin iskeletiyle bir insan iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu” söyler. kaynak Çünkü Homo erectus günümüz insanının bir ırkıdır.
Nitekim evrimci Richard Leakey bile Homo erectus’un günümüz insanı ile olan farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımadığını şöyle ifade eder:
Evrim Bilim.com Narikotome homo erectus, turkana çocuğu, turkana çocuğu fosili
Türlerin Kökeni
Charles Darwin 1859′da The Origin of Species, By Means of Natural Selection or The Preservation of Favored Races in The Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon veya Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla) isimli bir kitap yayınlamıştır. Darwin bu kitabında, Lamarck’ın teorisindeki açık mantık hatalarını elemiş ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine “doğal seleksiyon” tezini ortaya atmıştır. Darwin “uzun bir argüman” olarak tanımladığı kitabında, yeryüzünde yaşayan tüm canlıların kökeninin ortak olduğunu ve canlıların doğal seleksiyon yoluyla birbirinden türediklerini savunmuştur.
Ayrıca Darwin, sadece ortama en iyi şekilde uyum sağlayanların özelliklerini gelecek nesillere aktardığını söylüyordu. Böylece bu yararlı değişimler zamanla birikerek bireyi atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürüyordu. İnsan ise,sözde doğal seleksiyon mekanizmasının en gelişmiş ürünüydü. Darwin, “türlerin kökeni”ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü.
Darwin’in en büyük zorluğu ise, teorisinin sorunlarına çözüm getirmesini umduğu bilimin gerçekte bu sorunları dev boyutlara taşıması olacaktı.
Darwin bu sorunların en azından bir kısmının farkındaydı. Kitabına eklediği “Teorinin Zorlukları” (Difficulties on Theory) adlı bölümde bunları kabul etmişti. Ancak bu sorunlara getirdiği cevapların bilimsel açıdan bir geçerliliği yoktu. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin’in bu “zorlukları” hakkında şu yorumu yapar:
Darwin bilimsel araştırmalar ilerledikçe, “Teorinin Zorlukları”nın ortadan kalkacağını umuyordu. Ama aksine, bilimsel bulgular bu zorlukları daha da büyüttü.
Evrim Bilim.com charles darwin, darwin, origin of species, türlerin kökeni, türlerin kökeni ve darwin
Tüylü Dinozorlar Hilesi
Evrimciler her yeni fosil bulgusunda, dinozor-kuş bağlantısı hakkında spekülasyonlar öne sürerler. Ancak detaylı analizler sonucunda bu fosillerin evrime delil olduğu ile ilgili spekülasyonlar daima yalanlanmaktadır.
Nitekim 1996 yılında National Geographic dergisinde yer alan “Çin’de bulunan son tüylü dinozor” haberinin evrime muhteşem bir delil olduğu düşünülmüştür. Fakat bu noktada bir yanılgı ve bir bilgi eksikliği bulunmaktadır. Tüylü dinozorlar evrimin gerçekleştiğine dair delil olamayacağı gibi, söz konusu tüylü dinozor haberlerinin bir senaryo olduğu daha sonra ortaya çıkmıştır.
Söz konusu yazıda Çin’de bulunan üç theropod dinozoru fosiline yer verilmiş, bu fosiller bir medya propagandası ile evrimin önemli bir delili olarak gösterilmek istenmiş, hatta Türkiye’de dahi bazı medya kuruluşları bu hayali iddialara yer vermişlerdir.
National Geographic’te adı geçen üç fosil şunlardır:
1. Archæoraptor
2. Sinornithosaurus
3. Beipiaosaurus
National Geographic’in verdiği bilgilere göre her üç fosil de yaklaşık 120 milyon yaşındaydı. Her üçü de theropod dinozorlar sınıfına dahildi. (Theropod dinozorlar, Tyrannosaurus rex ve Velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Ancak National Geographic bu dinozorların bazı “kuş-benzeri” özellikler taşıdıklarını öne sürüyordu. Bu özelliklerin en önemlisi ise, iddiaya göre, bu fosil dinozorların kuşlara benzer tüylere sahip olmasıydı.
Ancak ilerleyen aylarda Sinosauropteryx isimli fosil üzerinde yapılan detaylı analizler, evrimci araştırmacıların heyecanla “kuş tüyü” olarak tanıttıkları yapıların tüylerle ilgisi bulunmadığını göstermiştir. Science dergisinde yayınlanan “Plucking the Feathered Dinosaur” (Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak) başlıklı bir makalede, evrimci paleontologlar tarafından “tüy” olarak algılanan yapıların gerçekte tüylerle ilgisiz olduğu belirtiliyordu:
Evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının boşa çıkmasının ardından Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni fosil bulguları üzerinde spekülasyona girişmişlerdir. Evrimi dogmatik bir yaklaşımla ve üzerinde düşünmeden, bir önkabulle kabullenmek bu tür yanılgıların ve hatalı yorumların oluşmasına neden olmaktadır. Çünkü söz konusu fosiller kuşlarla dinozorlar arasında bir bağlantı kurmamakla birlikte, birçok tutarsızlığı da birlikte getirmektedir. Bu tutarsızlıklardan bazılarını kısaca özetlemek gerekirse;
Çin’de bulunan Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar yarı kuş-yarı dinozor olarak gösterilmektedir. Fosilleri yorumlayan evrimci paleontolog Chris Sloan, bu canlıların uçamadıklarını, ancak kanatlarını dengeli koşmak için kullandıklarını öne sürmektedir. Yani bu iddialara göre, bu fosilin, henüz uçamayan “kuş ataları” olarak kabul edilmesi gerekir.
İşte bu noktada çok büyük bir çelişki vardır. Çünkü bu fosiller sadece 120 milyon yıl kadar eskidir. Ancak bilinen en eski uçabilen kuş Archæopteryx, 150 milyon yıl yaşındadır. Archæopteryx günümüz kuşlarıyla aynı uçuş yeteneğine sahip olan uçucu bir kuştur. Uçuş için gerekli olan geniş kanatlara, asimetrik ve kompleks tüy yapısına, sternum (göğüs) kemiğine sahiptir. Evrimciler uzun zamandır Archæopteryx’i “kuşların ilkel atası” olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Ama karşılaştıkları en büyük sorun, bu canlının zaten tüm kuş özelliklerine sahip ve kusursuz bir biçimde uçabilen bir canlı olmasıdır.
Kısacası Archæopteryx, eski kuşların bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu durumda elbette 120 milyon yıl yaşındaki bazı dinozor fosillerinin, “kuşların henüz uçamayan ilkel ataları” olarak gösterilmesi imkansızdır. Bu durum, Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar hakkındaki evrimci iddiaların açık bir çelişki içinde olduğunu göstermektedir.
Evrim Bilim.com dinozorlar, dinozorlar ve evrim, dinozorların uçması, tüylü dinozorlar, uçan dinozorlar